30 Aralık 2020 Çarşamba

DUVAR RESMİ "FRESK"

 Fresk (Fresko) Nedir?

İtalyancadan gelen fresk kelimesi “taze” anlamına gelmektedir. Yeni sürülmüş ıslak alçı ya da sıva üzerine boyalarla resim yapma tekniğine ve bu teknikle oluşmuş resimlere fresk denmektedir. Duvar resim tekniği anlamına gelen bu sanatta yüzey kurudukça kireç, pigmentin sıvaya nüfuz etmesini sağlar.

Çok katlı sıva, açık fon üstüne boyama gibi çeşitli uygulama biçimleri olan fresk tekniğinde öncelik duvara sürülen sıvanın kurumadan resmin bitirilmesidir. Fazlasıyla emek gerektiren bir sanat olan freskin, sıva kuruduktan sonra düzeltilmesi veya renginin değiştirilmesi gibi bir olanağı yoktur. Suyla karıştırılan boyalar ıslak sıva üzerine resim olarak uygulandıktan sonra, sıva ile eş zamanlı kurumaya bırakılmaktadır. Bu sayede resim duvarın kalıcı bir parçası haline getirilir. Resmi çok dikkatle ve kararlı yapmak gerekir.

Fresk Adı: Tufan
Sanatçı: Michelangelo


Fresk Nasıl Yapılır?


Üzerine resim yapılacak duvar ister taş ister tuğladan olsun önemi yoktur. Duvarda rutubet olmamasına dikkat edilmesi gerekir. Resmin uzun zaman dayanabilmesi için üzerine resim yapılacak sıva tabakası iyi hazırlanmalıdır.

Önce duvar ıslatılır ve kalın bir harç tabakasından astar çekilir. Astar kuruduktan sonra ikinci bir harç vurulur. Boyalar ezilerek toz haline getirildikten sonra suyla karıştırılır ve duvar yaşken sürülür. Böylece ıslak sıva üzerine yapılan resim, sıva kuruduğunda artık duvarın kalıcı bir parçasıdır. Kuruma esnasında sıvanın bütün katlarına işleyen boyalar freski teknik açıdan diğer duvar resimlerine göre daha dayanıklı kılar. 

Fresk ustaları resme başlamadan önce bir plan hazırlar ve duvar üzerinde parça parça bölümler oluşturur. Sıvayı kurutmamak için sadece uygulayacakları resmin parçasına uygulama yaparlar. Çünkü duvara sürülen ince sıva kurumadan resmi bitirmek gerekir. Yapılacak resmin ebadına göre fırça ile boyama, püskürtme ile boyama ve tamponlama gibi yöntemler kullanılabilir. 


Fresk Adı: Güneşin ve Ayın Yaratılışı
Sanatçı: Michelangelo


Freskin Püf Noktaları

  • Sıva tabakası iyi hazırlanması dayanıklılığı arttırır.
  • Ressam dikkatli olmalı, kararlı çalışmalıdır.
  • Fresk kurumadan çalışmanın bitmesi gerektiği için hızlı çalışmak bir zorunluluktur.
  • Renkler kuruduğunda soluklaştığı için çalışma sırasında renk tutturma zor bir hal almaktadır. Bu sebeple bölümlendirme yapılarak çalışmanın sürdürülmesi önemlidir.
  • Yapılacak resmin tam boyutunda bir taslak oluşturulması ve sıva kurumadan boyanması freskin daha iyi yapılmasını sağlar.

Fresk Adı: Eritre Sibyllası
Sanatçı: Michelangelo

Fresk Boyalarının Özelliği

Fresk boyaları sadece su ile inceltilebilir. Fresk boyaları yağlı boya gibi sınırsız bir harmanlama imkânı vermez. Boyaların granüllerinin inceliği - kalınlığı da resimde farklı etki yaratır. Yanlış renk kullanıldığında hatanın telafisi çok zor olmaktadır. Çünkü fresk boyaları, yağlı boya gibi üstünden geçilebilen boyalar değildir. Sıva üzerindeki kireç de, boyaya hemen nüfuz eder ve onu korumaya alır. Bu yüzden rengin üzerine bir katman daha sürüp rengi kurtarmak mümkün değildir.

Fresk sanatında genellikle açık renkler kullanılmakta ve resmin ışık saçıyormuş görünümü sağlanır. Açık renkler zamana yenik düşerek soluklaşmaktadır. Duvar resimleri detaylı resim tekniği değildir; bu yüzden rötuşlar biraz kalın olmalıdır. Bu teknikte fırça seçimi de çok önemlidir. Aynı yerin üstünden geçmek zor olduğu için genellikle vurgulu fırçalar kullanılır.


Fresk Adı: Zekeriya
Sanatçı: Michelangelo


28 Aralık 2020 Pazartesi

Büyüleyici Ay Halesi

Çoğumuz gökyüzüne bakıp meydana gelen güzelliklerin farkına varamıyoruz. 27 Kasım akşamı tesadüfen Ay etrafında oluşan bir çember oluğunu fark ettim. Gözle görülür derecede belirgin ve büyüleyici olan bu görüntünün ne olduğu konusunda bir araştırma yaptım. 

Ayı tamamen çevreleyen bu ışık halkasının adına hale (halo) ya da ayla denilmektedir. Evet, az kişinin bu ismi duyduğunu ve bu görüntüye şahit olabildiğini tahmin edebiliyorum. Ay halesini doğanın nasıl meydana getirdiğini merak edenler için bir araştırma yaptım.


Ayın, güneşten gelen ışınları yansıtmakta olduğunu biliyoruz. genellikle kış aylarında atmosferdeki dikey altıgen prizma şekline sahip buz kristallerinin bir yüzeyinden Ay ışığının 22 derecelik bir kırılmaya uğrayarak diğer yüzeyinden çıkmasına neden olmaktadır. Bunun sonucunda Ayın etrafında bir ışık çemberi oluşmaktadır. 

Ay yüzeyinden gelen ışın, 22 derecelik aylayı oluşturan kristallerden uzakta, düşen başka kristaller tarafından da kırılmaya uğrasa daha silik ve 46 derecelik bir ayla oluşmasına neden olur. Bu tür ayla sadece Ay ışığında değil Güneş ışığında da oluşabilmektedir. 

Buz kristalleri hava durumuna göre oluşsa da Sirrus bulutları olduğu zaman her mevsim ayla oluşması mümkündür. yani bunun için kış mevsimi olmak zorunda değildir. ayrıca Sirrus bulutları kar yağdırmadığı için şekli de farklı olmaktadır. Aylaları oluşturan kristaller genel olarak altıgen prizma veya düzlem kristal şeklindedir. Aylalar her zaman çember şeklinde olmayabilir bazen oval şekilde oluştuğu da gözlemlenmiştir.

Gözlemlenebilir doğa olaylarını fark edebilmek ve bu güzelliklere şahit olabilmek için gökyüzüne daha dikkatli bakmayı deneyin.





24 Aralık 2020 Perşembe

Aliye Berger Kimdir?

Bugün Google'a girenler güzel bir görselle karılaştı.

117. yaş gününde Google Aliye Berger'i doodle yaptı!

Ünlü sanatçının hayatı doodle olduktan sonra daha çok gündeme geldi.

Cumhuriyet dönemi ünlü sanatçısı hakkında sizler ne biliyorsunuz? 

Bu özel sanatçıyı daha yakından tanımak isteyenler için işte Berger'in hayatı ve sanat anlayışı...


Aliye Berger'in Hayat Hikayesi

24 Aralık 1903 tarihinde Büyükada'da dünyaya gelen Aliye Berger'in babası Mehmed Şakir Paşa, annesi Sare İsmet Hanım'dır. Yazar Halikarnas Balıkçısı ile ressam Fahrünnisa Zeyd'in kardeşi; seramik sanatçısı Füreya Koral, tiyatrocu Şirin Devrim ile ressam Nejat Devrim'in teyzesidir.

Sanatçı kimliğine sahip bir aileye sahip olan Aliye Berger de ressam, gravür ve grafik sanatçısı olarak birçok çalışmaya imza atmıştır. Türkiye'nin ilk oyma ve kazıma sanatçıları arasında yer almıştır. İsmini duyurduğu çalışma ise 1954 yılında Yapı Kredi Bankası’nın düzenlediği resim yarışmasıdır. Bu yarışmada birinci olan sanatçı, dışa vurumcu oyma baskıları ile tanınmıştır.

Notre Dame de Sion Fransız Lisesi'nde eğitim almış ayrıca resim ve piyano dersleri almıştır. 1924 yılında Türkiye'de bulunan Macar keman virtüözü ve pedagog olarak görev yapan Karl Berger'den ders almaya başladı. Zamanla ilişkileri aşka dönüştü ve yirmi iç sene beraber yaşadılar. 1935'ten 1939 yılına kadar Berlin ve Paris'te kardeşi Zeyd'in yanında kalmış ve sanat hareketlerini takip etmiştir. 

1947 yılında Karl Berger ile evlenmiş ancak altı ay sonra eşini kaybetmiştir. Bunun üzerine Londra'ya gitmiş ve kendini sanatına adamıştır. John Buckland Wright'in atölyesinde heykel ve gravür çalışmalarına başlamış, 1951 yılında 150 gravür ile Türkiye'ye dönmüş ve kendi sergisini açmıştır.

Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği'nin 1954'te İstanbul'da toplanması ve kongre yapması nedeni ile Yapı Kredi Bankası'nın düzenlemiş olduğu "İş ve İstihsal" konu başlıklı yarışmasında "Güneşin Doğuşu" isimli ilk yağlı boya çalışması sayesinde birinciliği kazanmıştır. Ertesi yıl ise 2. Tahran Bienali'nde ikincilik ödülüne layık görülmüştür. Sanatçı, 9 Ağustos 1974'te doğduğu yer olan Büyükada'da hayatını kaybetmiştir. 



Güneşin Doğuşu Tablosu

Aliye Berger'in Sanat Anlayışı


Aliye Berger desen ve yağlı boya ile resimler yapmıştır ancak çoğunlukla oyma baskı tekniğinde, siyah- beyazın ara tonlarında yapıtlar vermiştir. Zımpara kağıdı, kasap kağıdı ve tülbent kullanan sanatçı günlük yaşamın kalıplarını, İstanbul’un çeşitli köşelerini bazen gerçekçi, bazen de fantastik biçimde, özgün lirizm ve dışavurumculukla yansıttı. Yaşamı boyunca dünyanın çeşitli kentlerinde on iki özel sergi açtı, kırk sekiz karma sergiye katıldı.

Ölümünden sonra yapıtları çeşitli defalar sergilenmiştir. En büyükleri, 16 Ekim- 1 Kasım 1975 tarihleri arasında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde düzenlenen sergi ile Yapı Kredi Bankası’nın 11 Şubat 6 Mart 1988 tarihleri arasında düzenlediği sergidir. Sanatçının İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'nde dört, Albertina Müzesi'nde de üç yapıtı sergilenmektedir.


İyi ki doğdun uçarı ruhu, hassas kalbi, sanat aşkı ve inadıyla 20. yüzyıl sanat dünyasının unutulmaz kadını Aliye Berger.



23 Aralık 2020 Çarşamba

Rölyef Sanatı

Rölyef Nedir?

 Fransızca kökenli bir kelimeden gelen rölyef, kağıt, taş alüminyum gibi bir yüzey üzerinde kabartma ya da çökertme işlemi yapılarak meydana getirilen sanatsal çalışmaları kapsamaktadır. Rölyef kabartmalar uygulandığı yüzeylere güzellik katan değerli bir el sanatıdır. Sanatı icra eden kişinin isteğine bağlı olarak değişen rölyef genellikle tarihi yapıların veya insan figürlerinin boyutlandırılarak oluşturulması ile ortaya çıkmaktadır. 



Rölyef Sanatı Tarihi

Rölyef, Anadolu Selçuklu döneminde sıkça yapılan bir el sanattır. Anadolu Selçukluları sanata, süslemeye ve gösterişe verdikleri önemden dolayı hayatlarına ve eserlerine bu sanatı yansıtmışlardır. Rölyef sanatına tarihi eserlerde de çok fazla rastlanılmaktadır. Anadolu Selçuklu dönemine ait rölyef çalışmalarını günümüzde incelemek isteyenler için Divriği Ulu Cami ve Niğde Alâeddin Cami’nde örnekleri yer almaktadır. Osmanlı mimarisinde de sık kullanılan bir süsleme olan rölyef sanatına; eski Türk evlerinde, tarihi çeşmelerde, camilerde rastlamak mümkündür.

Rölyef Kullanım Alanları

  • Hayatın birçok boyutunun yansımasıyla çeşitlilik kazanan rölyef, sanat dalları dahil olmak üzere, endüstri, tarım ve günlük hayatta kullanıma açıktır. 
  • Rölyef sanatsal süslemelerinin, mimari eserlerde taşlara ve mermerlere yapıldıkları görülmektedir. Kabartma, şamdan ve kapı tokmağı gibi madenden yapılmış eşyalarda ve kapı, pencere kanadı ve rahle gibi ahşap işlerinde kullanılmıştır.
  • Ayrıca kabartma sanatı ile takı tasarımları, resim, heykeltıraş alanlarında karşılaşmak mümkündür. Teknik resim ve gıda sektörlerinde de kullanımı yaygındır.




Rölyef Çeşitleri


Uygulama biçimi olarak farklı çeşitleri bulunmaktadır. Öncelikle rölyefin teknik olarak çeşitlerine bakalım.
  1. Alçak kabartma: Para ve madalyon gibi yüzey düzleminden çok az ayrılan kabartmadır.
  2. Yüksek kabartma: Eski Türk evleri, iç mekânlar ve insan figürleri gibi yüzey düzleminden oldukça fazla yükselen kabartmadır.
  3. Rond-bos kabartma: Kabartmadan daha çok bir heykeli andıran yapılar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kabartmanın doğal olarak çeşitleri ise dört şekilde ele alınmaktadır. 
  1. Alüminyum kabartma: Çizim araçları malzemeleri ile önden ve arkadan çizimle alüminyum üzerine yapılan kabartmalardır.
  2. Bakır kabartma: Bakır malzemeden yapılır ve alüminyum kabartma ile benzerlik gösterir. Aralarındaki en büyük fark, bakır kabartma çalışmasında farklı eskitme tekniklerinin kullanılmasıdır.
  3. Ahşap kabartma: Kabartmanın ahşap zemin üzerine işlenmesi olarak tarif edilebilir.
  4. Kağıt kabartma: Bir fotoğrafın veya kartpostalın katman şeklinde tek tek kesilerek, üst üste konulmasıyla elde edilir.








22 Aralık 2020 Salı

Kaplumbağa Terbiyecisi Tablosu Hikayesi

Osman Hamdi Bey tarafından bir yıl ara ile iki farklı çeşidinin resmedildiği Kaplumbağa Terbiyecisi Tablosunun hikayesini biliyor muydunuz? 

İlginç öyküsü olan tablonun özelliklerini, tablodaki kaplumbağaların neyi ifade ettiğini ve terbiyeci dervişin kim olduğunu bu yazımda bulabilirsiniz.


 Kaplumbağa Terbiyecisi 1. Versiyon                                          Kaplumbağa Terbiyecisi 2. Versiyon
                         (1906)                                                                                             (1907)


Resmin iki versiyonuna baktığımızda, kaplumbağa sayısında ve konumlarında, pencere kemerinde, duvardaki yazılarda farklar olduğunu ayrıca 2. versiyonda Muhammed yazılı tablo ve pencere önüne vazo eklendiğini görmekteyiz.

Kaplumbağa Terbiyecisi belinde kemerle bağlanmış, kırmızı uzun bir giysi giyen sakallı, yarı kambur duran yaşlı bir adamdır. Mavi çinilerle süslenmiş eşyasız ve duvarları bakımsız bir odada, izleyicilere arkası yarı dönük bir şekilde resmedilmiştir. Adamın başında düzensiz arakıye takılıdır ve ayaklarının dibinde, yerdeki yaprakları yemekle meşgul kaplumbağalar görülmektedir. Arkasında kavuşturduğu elleri arasında ise bir ney bulunmaktadır. Ayrıca adamın sırtındaki nakkare resmi inceleyenler tarafından çekici olarak görülür.
 
Peki bu tablolar bize ne anlatmak istiyor?
Tabloda yer alan ve kaplumbağa terbiyecisi olarak görülen erkek figürü Osman Hamdi Bey'in kendisidir. Hamdi Bey, genellikle resmini çizeceği ortamlarda, doğu yörelerine ait kıyafetler giyerek kendi fotoğrafını çektirir ve bu fotoğrafa bakarak resimlerini tamamlar. Kaplumbağa Terbiyecisi tablosu da bu teknikle yapılmıştır. 

Tablonun oluşturulduğu alan ise Bursa'daki Yeşil Cami'dir. Osman Hamdi Bey çalışmaya burada başlamış fotoğrafını çektirdikten sonra ise kendi atölyesinde fotoğrafa bakarak resmini tamamlamıştır. 

Tablo farklı şekillerde yorumlanmaktadır. 

Bunlardan birincisinde Osman Hamdi Bey, kendisini terbiyeci, kendisine uyum sağlayamayan, iş yapamayan astlarını da kaplumbağalar olarak göstererek resmetmiştir. 

Bir başka yorumda ise; düşünceli adam, sabır gerektiren zor bir iş olan kaplumbağaları terbiye etmeyi, elindeki ney ve sırtındaki nakkareyi çalarak yapmaya çalışmaktadır.

Bir diğer yorumda ise Osman Hamdi Bey değişime direnç gösteren toplumu sanat yolu ile çağdaş düzeye çıkartmayı ifade etmektedir. Eser de kaplumbağalar halkı temsil etmektedir. Bunun nedeni ise kaplumbağalar terbiye edilmesi ve eğitilmesi en güç hayvanlardır. Halkı eğitmenin de çok zor olduğu, bu konuda sabrın sonunun olmadığı şeklinde yorumlar yapılmıştır. Ancak Osman Hamdi Bey sanat ve sanatsal faaliyetlere çok güvenen ve önem veren bir insandı. Sanat ve sanatsal faaliyetlerle toplumun şekillendirilebileceğine inanırdı.


Osman Hamdi Bey'in bu tabloyu nereden esinlenerek yaptığı da zaman içerisinde ortaya çıkmıştır. "Le
 Tour du Monde" isimli Fransızca bir derginin 1869 tarihli sayısında gördüğü bir gravürden yola çıkarak bu tabloyu resmetmiştir. Aynı dergi sanatçının tablosunu yayınlamıştır.

Kaplumbağa Terbiyecisi Tablosu, görsel zenginliği ve ilginç hikayesiyle dikkat çekmiş, müzayedelerde yüksek fiyatla satılabilen bir tablo olmuştur.

21 Aralık 2020 Pazartesi

Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi Sergileri

Kurulum çalışmalarına 2015 yılında başlayan Millet Kütüphanesi, 2020 yılında 125.000 m² alanda 5.500 kişilik oturma kapasitesi ile hizmete açılmıştır.  Koleksiyonunda 2.000.000 basılı kitap, 12.500 adet basılı dergiye ait 2.000.000 sayı mevcuttur. Bunun yanı sıra 56 adet veritabanı içeriğinde; 550.000 e-kitap, 6.500.000 elektronik tez ve 60.000’e yakın e-dergiye ait 120.000.000 makale, rapor, vb. bulunmaktadır. 

Millet Kütüphanesi Binası

Ülkemizin en büyük kütüphanesi olan Millet Kütüphanesi sadece kaynaklarıyla değil yurt içinden ve yurt dışından kıymetli kişilerin özel koleksiyonları, pek çok eğitim ve özel amaçlı sınıfları, ayrıca sergi salonlarıyla da kullanıcıya hizmet vermektedir. 

Millet Kütüphanesi Sergileri

Millî Mücadele Sergisi: "Hakimiyet Milletindir."

Milli Mücadele Sergisi, İstiklal Harbi ve akabinde ilan edilen Cumhuriyet’in kuruluşuna tanıklık eden özel eserler hakkında detaylı bilgilerden oluşmaktadır. Milli mücadelenin, askeri, siyasi, diplomatik boyutları yanında kültüre ve gündelik hayata yansıyan yönleri ortaya konmuştur. Cumhuriyetimizin 97. yılı vesilesiyle, Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi Selçuklu Müze ve Sergi Salonu’nda gerçekleştirilen sergi, on bir kurum ve dört özel arşivin katkıları ile hazırlanmıştır.

 "Cumhuriyetin 97. Yılında Milli Mücadele Sergisi Hakimiyet Milletindir" adlı esere erişmek isteyenler okuyucularım aşağıdaki görseli tıklayınız.


Pandemi döneminde evimizden çıkamadığımız bu günlerde bu sergileri dolaşmayı kimler istemez ki! Kütüphanenin bizlere sunduğu sanal turlar ile bulunduğumuz yerden bu sergileri daha yakından incelemek isteyenler için; "Cumhurbaşkanlığı Milli Mücadele Sergisi" sanal turu için tıklayınız.

Mürekkebin İzi: Yazma Eserler Sergisi

Medine’de, Kahire’de, Şam’da, Bağdat’ta, Buhara’da, Semerkant’ta, Horasan’da, Konya’da, Bursa’da, İstanbul’da ve dünyanın pek çok farklı köşesinde üretilmiş kültür, sanat ve bilim faaliyetlerinin ürünü olan eserlerin en kıymetli örneklerini sunmaktadır. 


"Mürekkebin İzi Yazma Eserler Seçkisi" adlı esere aşağıdaki görselden erişebilirsiniz.


Eser, medeniyetimizin asırlar boyu süren kültür, bilim ve sanat faaliyetleri sonucunda elde edilen ürünleri olan görsel ve yazılı eserlerin nadide örneklerini barındırmaktadır. 

Bu sergi ile birlikte insanlığın ortak değer ve mirası hâline gelen nadide eserleri korumak, tanıtmak ve gelecek nesillere aktarmak amaçlanmaktadır. 




Daha fazla görsel için tıklayınız.

Mûcebince Amel Oluna: Hatt-ı Hümayunlar Sergisi

Hatt-ı Hümayunlar padişahlara ait el yazıları olması yönüyle kültür tarihi açısından ilk elden verilerdir. Bu çalışmalar dönemin padişahlarının devlet yönetimine, o dönemdeki önemli olaylara bakış açılarını yansıtan en önemli eserlerdir. Kanuni Sultan Süleyman’dan son padişah Vahdettin’e kadar 8 ferman, 9 berat, 6 defter ve 93 adet hatt-ı hümayun yer almaktadır.

“Mûcebince Amel Oluna Hatt-ı Hümayunlar” adlı esere erişmek için görseli tıklayınız. 


Kaynak içerisinde Osmanlı Devletinden günümüze ulaşan padişahlarla ilgili kayıtlar, padişahların kendi el yazıları ile oluşturulmuş değerli yazılar bulunmaktadır. 


Daha fazla görsel için tıklayınız. 


Kaynaklar: https://mk.gov.tr/icerik/detay/sergiler

19 Aralık 2020 Cumartesi

SU YÜZÜNE RESİM

Türk Kağıdı: Ebru 

 Sanat dalları arasında eşsiz güzelliği ve su üzerindeki ahengi ile göze çarpan ebrunun ne zaman ve hangi ülkede ortaya çıktığı tam olarak bilinmemektedir. Ancak yapılan çalışmalarda doğu ülkelerine ait bir süsleme sanatı olduğu düşünülmektedir. 13. yüzyılda Türkistan ve Semerkant bölgesinde, 14. yüzyılda Herat Yöresinde yapıldığına dair kaynaklar bulunmaktadır.  Batı bölgelerinde ebru "Türk Kağıdı" olarak adlandırılmaktadır. 


Tarihte tespit edilmiş en eski ebrunun 1447 yılına ait olduğu ve günümüzde Topkapı Sarayında bulunmaktadır. Osmanlı döneminde bu süsleme sanatını icra eden birçok ebruzen yetişmiştir. Devlet işlerinde kullanılan belgelerde ve resmi yazışmalarda zemin olarak kullanılmıştır. Bunun kullanılmasındaki amaç ise görsellik değil tahrifat girişimini engellemektir. Günümüzde kağıt para, çek ve senet üzerinde karmaşık desenlerin kullanılma nedeni de budur. 

Ebru Yapımı

Teknenin içerisine kitre konulur ve uygun kıvam alana kadar kitre eklenir. Oluşan sıvı ince bir tülbentten süzülerek temizlenir. Farklı renklerde olan toprak boyalar ezilerek kullanıma uygun hale getirilir. Bu şekilde hazırlanmış olan boyalara sığır ödü konularak; 15 gün beklemesi için bırakılır. Bekleme işlemi tamamlandıktan sonra sulandırılarak hazır hale getirilir. Dikkatli bir şekilde fırça yardımıyla boya suyun üzerine damlatılır. Şekil verilerek kağıt tekne üzerine konur ve şeklin kağıda çıkmasıyla işlem tamamlanır. Tek seferde işlemin yapılması nedeniyle özenli olarak yapılması önemlidir.  


Mustafa Düzgünman  
Ebru sanatı, ebru teknesi içindeki su üzerine renklerle sanatçının ruhunu yansıttığı karışımdan oluşan ahenk sanatıdır. Ebru yapımında sanatçının ellerinde şekil alan boyalar o kişinin yeteneği ve hayal dünyasıyla bütünleşir. Renklerin belli bir ahenkle dans ediyor görünümü verilmesi, ebrunun ne kadar ince bir sanat dalı olduğunu göstermektedir. Görsel olarak oldukça etkili bir his yaratan ebru sanatını uygulayan birçok sanatçı vardır ancak eskisi kadar icra eden kalmamıştır. Ebru sanatının ustalarından Mustafa Düzgünman ebru tarihinde bıraktığı eserler ve yetiştirdiği ustalar ile ünlenmiş sanatçımızdır. 

Ebru Malzemeleri

- Kağıt: Emici özelliği fazla olan kağıtlar tercih edilmelidir.
- Su: Yoğunluk arttırıcı malzemeler ile karıştırılarak kullanılır. Eskiler yağmur suyu kullanmaktaydı. 
- Toprak boya: Hazır halde ya da ezilmiş toz boyalar kullanılmaktadır. Toprak boyalar ezilerek macun kıvamına getirilir.
- Öd: Kalkan balığı ödü de kumlu-kılçıklı ebru yapımı için uygundur. 
- Kitre: Ebru suyunun yoğunlaştırılmasında kullanılır. Geven özsuyundan yapılmaktadır. Salep ebru yapımında daha etkilidir ancak kitre daha ucuz olduğu için daha çok tercih edilmektedir. 
- Deniz kadayıfı: Kitrenin hazır hale gelmesi 5 6 gün sürdüğü için deniz kadayıfı denilen yosun kullanılmaktadır.  Su içine atılan toz haldeki madde karıştırılır. Hava kabarcıkları yüzeye çıkıp patlayana kadar karıştırma işlemi sürdürülür.
- At kılı ve Gül dalı: Fırça yapımında kullanılmaktadır.

Ebru Çeşiştleri

- Battal ebru: Birkaç renk boyanın su yüzeyine damlatılması ve herhangi bir işlem yapılmaksızın kağıda geçirilmesi yoluyla elde edilir.
- Gelgit ebru: Battal ebru yapımından sonra biz yardımıyla eşit aralıklarla teknenin kenarlarına paralel zıt yönde çizgiler oluşturulur.
- Bülbül yuvası: Helezonik yuvarlaklar oluşturacak biçimlerin tekne yüzeyinde eşit büyüklüklerle sıralanması yoluyla oluşturulur.
- Şal ebrusu: Uçları kıvrımlı s harfine benzer kıvrımlı şekiller oluşturularak yapılır.
- Taraklı ebru: Ebru tarağı ile gelgit ebru üzerinde oluşturulan bir çeşittir.
- Çiçek ebrusu: 
Pastel renkli bir şal ya da taraklı ebru zemin üzerine karanfil, papatya, gül, sümbül, gelincik gibi çiçek figürlerinin stilize edilerek kendilerine özgü tekniklerle yapılmasıyla elde edilir.
- Hatip ebru: Pastel renkli bir şal ya da taraklı ebru zemin üzerine çiçek, çarkıfelek ya da yıldız benzeri şekiller oluşturularak yapılır.





16 Aralık 2020 Çarşamba

Vincent Van Gogh Kimdir?

Kafe Terasta Gece, 1888

İlkokul yıllarımda beni kendine çeken resimleri ve o dönem katıldığım resim yarışmasında "Kafe Terasta Gece" isimli resminin çizilmesinde birincilik kazanmam Van Gogh'u daha yakından tanımamı sağlamıştır.

Hayat hikayesinin beni en çok etkilediği ressamlar arasında olan Van Gogh hakkında sizler ne biliyorsunuz? Özgür ruhlu sanatçı, hayatın  renklerini sanatına karış karış yansıtan ve eserlerinin değeri ölümünden sonra anlaşılan Van Gogh'un hayat hikayesine gelin birlikte bakalım.


Hayat Hikayesi

30 Mart 1853'te  Hollanda'da üst orta sınıf bir ailede dünyaya gelen Gogh, çocukluğunda da sessiz ve ciddi bir hayat sürdürmekte çoğunlukla resim çizmekteydi.

Otoportre, 1887
Hollandalı, ard izlenimci ressam, gençliğinde sanat simsarı olarak çalışmış daha sonra Londra'ya gönderildikten sonra bunalıma girmiştir. Sağlığı bozulan sanatçı bir süre yalnızlık içinde yaşadıktan sonra ailesinin yanına döndü ve 1881 yılında resim yapmaya başladı.

Genel olarak natürmortlar ve köylü tasvirleri üzerine çalışmalar yapmış daha sonra canlı renklere yönelmiştir. Resimlerinde parlak renkler kullanmaya başladığı sıralarda Arles'da (Fransa'nın güneyi) ustalaşarak kendine özgü üslup geliştirmiştir. Resimlerine zeytin ağaçları, buğdaylar, ayçiçekleri ve selvileri konu edinmiştir.
Zihin sağlığı bozuk olan Gogh, fiziksel sağlığına da önem vermemiş, düzgün beslenmemiş ve alkol almıştır.

Yakın arkadaşı Gaugin ile araları zamanla açılmaya başlamış, yaşadıkları bir tartışmada geçirdiği öfke nöbeti sonucu Gogh'un sol kulağını kesmesi ile arkadaşlığı tamamen bitmiştir. Van Gogh bir dönem akıl hastanelerinde kalmış, bir süre sonra kendi isteği ile hastaneden çıkmıştır. Bunun üzerine Paris yakınlarında Paul Gacket isimli doktor tarafından tedavi edilmeye başlamıştır. Depresyonu devam eden Gogh 27 Temmuz 1890 tarihinde kendini silahla göğsünden vurmuş ve iki gün sonra hayatını kaybetmiştir. 

Sanat Hayatı

Van Gogh okuldayken karakalem çizim ve suluboya ile çalışmıştır ancak günümüze çok az örnek gelebilmiştir. Yetişkin iken tekrar resme giriş seviyesinden başlamıştır. 1882 Ağustos ayında Theo, ona açık havada çalışabilmesi için malzeme satın almasına yardım etmiştir. 1883'ün başından itibaren çoklu figür kompozisyonları üzerine çalışmaya başlamış ancak Theo bu resimlerin canlılık ve tazelik barındırmadığını söyleyince hepsini yok ederek yağlı boya resme yönelmiştir. Van Gogh kırsal yaşam ile doğanın ressamı olmaya çabalamış ve Arles'da manzaralar ile kırsal yaşamı resmederken yeni paletini kullanmıştır. Doğanın gücünü resimlerine sembollerle yansıtan Gogh iyi çalışmalar ortaya koymaya başlamıştır.  

Van Gogh yirmili yaşlarının sonuna kadar resme başlamadı ve en çok bilinen tablolarını yaşamanın son iki yılında yaptı. Aralarında 900 kadar yağlı boya tablo ve 1.100 çizim ve eskiz bulunan 2.000'den fazla sanat eseri üretti. 2013 yılında Montmajour' da Günbatımı adlı tablosu, 1928'den beri ressama ait olduğu belirlenen ilk büyük boyut eseri olmuştur. 



Günümüzde çok sayıda otoportresi, manzara resmi, portre ve ayçiçekleri resmi dünyanın en çok tanınan ve en pahalı sanat eserleri arasında yer alır. 30 Mart 1987'de, İrisler Sotheby's müzayedesinde 53,9 milyon ABD dolarlık rekor bir fiyata satılmıştır. 15 Mayıs 1990'da, Dr. Gachet'nin Portresi 82,5 milyon ABD dolarına satılarak, 2004 yılında bir Picasso tablosunun daha yüksek fiyata satılmasına kadar dünyanın en pahalı resmi unvanına sahip oldu.

Yaşadığı dönemlerde başarısız biri ve deli olarak nitelendirilen Gogh'un eserlerinin niteliği intiharından sonra anlaşılmıştır. 20. yüzyılın başlarında ünü artmaya başlamış, sorunlu kişiliği  ortaya koyduğu eserleri neticesinde hüzünlü ressam olarak anılmaya başlamıştır. 

Van Gogh içinde yaşadığı tüm duyguların karşılığını bir renkte bulmuş ve bu duygulara can vermiştir. O, renklerin insanlara verdiği özgürlüğü resmetmeyi seçmiş ancak bunun anlaşılması geç olmuştur. 

15 Aralık 2020 Salı

Leonarda da Vinci Hakkında

Sıkça adını duyduğumuz ve yaratıcı resimleri ile dünyanın en büyük sanatçılarından olan Leonardo da Vinci'yi ne kadar tanıyorsunuz? Muazzam zekası ile hayata geçirdiği çizimleri sayesinde günümüze ulaşan sanatçı hakkında gerçekleri gelin birlikte öğrenelim...




Gerçek adı Leonardo di ser Piero da Vinci olan ünlü ressam  1452 yılında İtalya Anchiano’da doğmuş ve 1519 yılında Fransa'da vefat etmiştir. Günümüzde ressam kimliği ile bilinen Leonardo'nun mimar, jeolog, filozof, yazar, mucit, matematikçi, mühendis, müzisyen ve mimar kimlikleri de bulunmaktadır. 

Rönesans döneminde yaşayan Leonardo, genç bir noter olan Piero da Vinci'nin ve  Caterina Lippi'nin evlilik dışı çocuğu olarak Vinci kasabası yakınlarındaki  dünyaya gelmiştir. Bebeklik döneminde annesi ile kalmış ancak annesi evlendirilip başka bir kasabaya gitmek zorunda kalınca dedesinin yanında yetişmiştir. Aile onu kabullenmiş ancak amcası dışında kimseden küçükken sevgi ve ilgi görmemiştir14 yaşında büyükbabası ve büyük annesini kaybetmiş ve babasıyla Floransa'ya gitmiştir.

İlkokul yıllarında geometri ve aritmetik derslerindeki başarıları, sorulara verdiği hızlı ve doğru cevaplar ile öğretmenleri tarafından keskin zekalı ve yetenekli bir öğrenci olarak kabul görülmüştür.  Yaşadığı dönemde evlilik dışı çocukların üniversite eğitimi almasına izin verilmediği için eğitimine devam edememiştir. Bu süreçte en çok keyif aldığı işe yani resim çizmeye başlayan Leonardo babasının dikkatini çekmiştir. Babası, çizimlerini dönemin ünlü ressam ve heykeltıraşı olan Andrea del Verrocchio'ya göndermiştir. Ünlü sanatçı Leonardo'nun resimlerinden etkilenip onu yanına çırak olarak almıştır. Resim öğrenimi aldığı bu süreçte Lir çalmayı da öğrenmeye başlamıştır. 

1482 yılında Milano Dükü'nün hizmetinde göreve başlamış. Çalışmaya başlamadan önce Dük için heykeller, gemiler, silah ve köprüler yapabileceğini anlattığı bir mektup yazmış ancak göndermemiştir. Bu mektup tüm zamanların en olağanüstü iş başvurusu olarak tarihe geçmiştir. 17 sene boyunca Milano Dükü’nün yanında çalışmış ve o dönemde heykel, resim, bina, silah ve makine tasarımları yapmıştır. Ayrıca kale, kanal, kilise gibi mimari yapıları gerçekleştirmiş 1499’da Milano’dan ayrılmıştır. Ardından 16 sene İtalya’da gezinmiş ve kendisi için yeni bir koruyucu sahiplenici aramıştır.
1490 - 1495 yılları arasında yapmış olduğu çizimlerini ve farklı çalışmalarını bir deftere kaydetme başlamıştır. Bu çizimler ve defter sayfaları, müzeler ve kişisel koleksiyonlarda toplanmıştır. Bu koleksiyonculardan birisi de Leonardo’nun hidrolik alanındaki çalışmalarını toplayan Bill Gates'tir.
1503 yılında dünyanın en önemli eserleri arasında olan Mona Lisa çalışmasına başlamış, tamamladıktan sonra ise hiç yanından ayırmamış, tüm seyahatlerinde yanında taşımıştı. Bir sene sonra babası vefat etmiştir. Babasının ölümünün ardından Floransa’ya giderek miras için kardeşleri ile uzun münakaşalar gerçekleştirmiş ancak hiç bir hak kendisine verilmemiştir. Çocukluk yıllarında onu çok seven amcası ise tüm varlığını Da Vinci’ye bırakmıştır.
1506 yılında, hayatının geri kalanında onun en yakın arkadaşı ve öğrencisi olacak olan, Kont Francesco Melzi ile tanışmıştır. 1513-1516 seneleri arasında Roma’da yaşadı ve Papa için geliştirilen çeşitli projelerde yer aldı. Anatomi ve fizyoloji alanında çalışmaya devam etti ancak Papa, kadavralar üzerinde çalışmasını yasakladı. Bu sebeple projelerini yarıda bırakmak zorunda kalmıştır. 
1516 yılında Kral 1. Francis Leonardo da Vinci’yi mimar, mühendis ve baş ressam olarak Fransa’ya çağırmıştır. Paris Amboise civarında yer alan Kraliyet Sarayı’nın yanında Leonarda da Vinci için bir konak yapılmış ve orada yaşamaya başlamıştır. Bir süre sonra ise sağ koluna felç inmesi nedeniyle artık çalışmalarını resim ve çizim üzerine değil bilimsel ağırlıklı olarak gerçekleştirmeye başlamıştır. 1519 yılında yaşadığı konakta 67 yaşında iken vefat etmiş ve Amboise Saint Florentin Kilisesi’nde kendisi için cenaze töreni düzenlenmiştir. Vasiyetinin büyük bir bölümünü yakın arkadaşı Melzi'ye bırakmıştır.


Geçmişten günümüze bıraktığı unutulmayan eserlerinden bazılarını verecek olursak, Mona Lisa, Son Akşam Yemeği, Meryem ve İsa, Beşaret, Adoration of the Magi Büyücüye Tapınma, Bacchus, Vitruvius Adamı, Embriyo Çalışması, Kafatası Çalışması, Kadın Anatomisi, Koldaki kasların hareketini gösteren anatomik çalışması, Tatar Yayı, Helikopter, Tank ve Uçan Makine tasarıları bunların başında yer almaktadır.

KAYNAK; https://tr.wikipedia.org/wiki/Leonardo_da_Vinci

30 Kasım 2020 Pazartesi

"Dostluk Üzerine"


Dostluğun önemi ve iyi bir dostluğun nasıl oluşabileceğine dair konuları içeren Cicero'nun Dostluk Üzerine kitabından söz edeceğim bugün sizlere. Bu kitabı okurken kendi dostlarımı düşünerek duygulandım.  Çok değerli insanlara dostluk kurmuş olduğumu fark ettim.


Hadi o zaman sizlere biraz kitaptan söz edeyim. 

Laelius’un çok yakın dostu olan Scipio’nun ölümü üzerine ziyarete gelen Fannius ve Muciusla dostluk üzerine sohbete başlar. Arkadaşının ölümünden etkilendiğini, onun kadar iyi bir dostu kaybettiği için üzüldüğünü söyler. Ancak arkadaşının halk tarafından seviliyor olması, genç yaşta büyük başarılar elde etmiş olması, ailesine her zaman yardım etmesi, kısa süreli hayatında mutluluğun en büyüğüne ve ünlerin en fazlasına ulaşmasıyla hayatını en iyi şekilde tamamladığını düşünerek arkadaşının ardından yas gütmemektedir.

 Ölen kişinin geride bıraktığı şeylerle yaşamaya devam ettiğini, ruhun bedenle ölmediğini düşünen Laelius ruhun bedenden ayrıldıktan sonra en iyi ruhun Tanrı katına daha çabuk ulaştığını düşünür. Laelius, dostunun devleti için yaptığı çalışmalar sayesinde hep var olacağı düşüncesi sayesinde mutlu olmaktadır.

 Yaşamındaki deneyimlerle elde ettiği dostluk hakkındaki düşünceleri ise şu şekildedir;

  • Dostluğun her şeyden üstün tutulması gerekir.
  • Dostluk iyi insanlar arasında olabilir. Ancak iyi insandan kastı bilge olmak değil, iyi kişiliğe sahip olmaktır.
  • İyi bir dostluk akrabalıktan daha üstündür ve sınırlı sayıda kişiler arasında sevecenlik bağı ile kurulur.
  • Erdem olmadan dostluk olamaz.
  • İnsan yaşamı boyunca iyi günde sevinci kötü günde üzüntüyü paylaşmak için her zaman dostluğa gereksinim duyar. “Dostluk mutlu günleri daha aydınlık yapar, yıkımları paylaşarak hafifletir” diyerek dostun önemine vurgu yapar.
  • Yardımlaşma dostluk özelliğidir ancak çıkarlar amacıyla dostluk oluşturulamaz. Bu sebeple dostluğu doğa oluşturur. Çıkar gözetilmeden sadece sevgi ile ruhlar bağlanır.
  • Dostluğun temeli erdeme duyulan saygıya dayandırılmaktadır. İnsan erdemden ayrıldığı zaman dostluk devam edemez. Erdem dostlukta yumuşar ve işlenebilir hale gelir.  Bu sebeple dost için duyulan kaygı dostluğa engel olamaz. Aynı şekilde dostlukla gelebilecek olan sıkıntı ve üzüntüler yüzünden erdemden vazgeçilemez.
  • Dostluğu oluşturan çıkar düşüncesi değildir, ancak yardımlaşma düşüncesi dostluğun arkasından gelir.

Dost seçimine dikkat edilmeli ve dostta öncelikle iyi ahlak aranmalıdır. Dostluk iyi günde kötü günde yan yana olmayı gerektirir. Dostlukta sürekliliği sağlayan unsur bağlılıktır. Dostlar arasında anlaşmanın olması bağlılığı sağlamaktadır. Bağlılığın sürmesinde kendimize benzeyen, aynı zevklere sahip kişilerin dost olarak seçilmesi gerekmektedir.

Dostlukta iki insanın birbirini denk görmesi önemlidir. Yetenek, erdem, varlık, zekâ gibi herhangi bir konuda üstün olan kişi bunları dostu ile paylaşmalıdır.  Her dost için önce elden ne gelirse ve yardım edilen kişi ne kadarını alabilecekse, ona o kadarını vermelidir.

Farklı kişisel özellikler, ayrı zevkler de dostları ayırabilecek unsurdur. İyiler, kötülerle; kötüler, iyilerle dost olamazlarsa, bu yalnızca aralarındaki yaradılış ve zevk ayrılığının çok büyük olmasındandır. Dostluğun bitmesine neden olabilecek bir unsur da zaman içinde zevklerin veya ahlakın değişmesidir. İki kişi arasında oluşacak düşünce ayrılığı dostluğu düşmanlığa çevirebilmektedir.

Dostluk kurulmasına bazen kazanç düşüncesi neden olmaktadır. Bu sebeple kişiler sadece kendileri ve kendi değerleri için doğanın yaratacağı güzel dostluklardan mahrum kalabilir. Dosta duyulacak sevgi, kişinin kendisine duyduğu sevgiye eş görülmesi gerekmektedir. Çünkü insanlar kendine karşılıksız sevgi bağı ile bağlıdır. Dost da insanın bir ikinci kendisi gibidir.

Laelius’a göre sağlam bir dostluk şu kişiler arasında olabilir. “Yakınlık duygularıyla birbirine bağlanmış insanlar önce başkalarının tutsaklığını yenecekler, sonra doğruluk ve adaleti sevecekler, birbirleri için her şeyi yapacaklar, ama birbirlerinden, onurlu ve doğru olmayan hiçbir şeyi istemeyecekler, aralarında yalnızca sevgi ve beğenme değil, saygı da bulunacak.”

Doğada da dostluğun erdemin yardımcısı olarak verildiği düşünülmektedir. İnsan erdemin en üst seviyesine tek başına erişemediğinde, yanına bir ortak alarak o noktaya ulaşabilmektedir. Doğada yalnız bir hayat sürdürmek olanaklı değildir, insanlar da hayatlarında bir desteğe ihtiyaç duymaktadır. Hayatın değerinin anlaşılması için sevgi ve yakınlık olması yani erdemli bir dostluğun kurulması gereklidir. Scipio’nun erdemi tüm halk tarafından görülmüş ve herkes onu sevmiştir. Laelius da dostu Scipio’nun erdemini sevmiş ve kalbinde her zaman onu yaşatmaktadır.

Kitaptan hareketle dostluk kavramı çok geniş tanımlaması olabilecek ve farklı kişiler tarafından farklı boyutlarda ele alınabilecek bir olgudur. Öznel bir kavram olması sebebiyle herkesin dostluk anlayışının farklı olabileceği bir gerçektir. Kitapta genel olarak dostluğun tanımlaması, iyi bir dostluğun nasıl olacağı ve sınırlarının belirlenmesinde dikkat edilecek unsurlar ifade edilmeye çalışılmıştır. Ayrıca dostluk ifadesi altında bazı insanların ihtiyaçlarını karşılama amacıyla çıkarları doğrultusunda bağ kurmakta olduğunu belirtmiştir.

Kitapta dostluğun ancak iyi insanlar arasında erdemli düşüncelerle oluşturulabileceği vurgulanmaktadır. Erdem dostluğun kurulması ve korunmasında etkilidir. Erdem sevmekten doğar ve karşılık beklemeden bağlanmayı sağlar.

İnsanlar kendilerine benzeyen başka bir insanla karşılaştığında ona karşı doğal bir sevgi oluştururlar bu sevgi zaman içerisinde artarak dostluğa dönüşür. Bu bağlamda dostların birbirleri ile anlaşması ve dostluğun sürdürülebilir olması adına dost seçimine dikkat edilmesi büyük önem taşımaktadır.

Dostluk bazen sevgi ile değil çıkar duygusunun üstünlüğü ile kurulabilmektedir. Ancak böyle bir dostluğun uzun sürmesi mümkün değildir. İyi bir dostlukta karşı tarafın iyiliği için doğruların söylenmesi önemlidir, aradaki bağın bozulmaması için yapmacık ifadelerin kullanılması doğru değildir.

Dostlarımıza yeri geldiğinde öğüt verebilmeli, yanlışlarını söyleyerek iyiye yöneltebilmeli, ihtiyaç duyduğunda destek olabilmeliyiz. Dostlar arasında yanlışlar tespit edildiğinde sertliğe kaçılmadan ve iyi niyetle uyarı yapılmalıdır. Yapılan uyarıların ise karşı konulmadan sabırla dinlenilmesi dostlar arasında bağın güçlenmesini sağlar. Bu gerçek dostluğun sürdürülmesi açısından çok önemlidir. 

Dostlar paylaşımcı olmalıdır, kendinde ne varsa onu arkadaşına koşulsuz verebilmelidir. Bunun içinde gerçek dostluğun bulunması gerekmektedir. Gerçek dostlukta kişiler birbirlerini eş görmelidir. Tüm statülerin yok sayılarak karşımızdaki kişiyi kendimizi sever gibi sevmeliyiz. Çünkü dost insanın bir yarısıdır. İnsan yalnız yaşayamayan ve hislerini paylaşmaya ihtiyaç duyan bir varlıktır.

Hepimizin hayatında farklı özelliklere sahip insanlar gelip geçmektedir. Hayatımızda her an var olabilecek, bizi kendisi gibi sevebilecek, kendini her zaman bizim yerimize koyabilecek, ihtiyaç duymamıza gerek kalmadan her durumda yanımızda olacağını hissedeceğimiz doğru kişiyi bulduğumuzda gerçek dosta sahip olmuşuzdur.

Yazımı kitaptan güzel bir sözle bitirmek istiyorum.
 İyi günlerinde senin kadar sevinecek biri olmasaydı mutluluğundan ne zevk alırdın?                       
Kara günlerinde senden çok üzülecek bir dostun olmasaydı, o günlere katlanmak güç olurdu.                                                                                                                                   Marcus Tullius Cicero